17 Aralık 2008 Çarşamba

Süleymaniye'nin Seyir Kapısı: Ağa Kapısı







Gökyüzünün merhametli olduğu bir Dersaadet günüydü. Yağmur inceden çisil çisil yağıyordu. İstanbul hala yağmur elbisesini giyebilecek kadar zarif, hala ruh-i gusül gününün heyecanıyla yaşlı ama dimdik, yıllara inat…




Güzel bir vapur yolculuğu… Martılar; duygusal müebbetlerimde vefakar yoldaşlarım. Gözlerimle onların kanatları arasındaki keşfedilmemiş bir dil… Beyaz kanatların sırrını daha fazla ifşa etmeden yolculuğuma kaldığım yerden devam etmeliyim galiba zira ne onların dili dile gelir ne de o dilden mahrum olacak ben bir daha ben olur. Eminönü’nde buldum kendimi. Yeni Cami’nin kollarını açışı her zamanki misafirperverliği… Ne kadar farkındayız acaba? Güvercinler kadar olmadığımız kesin. Yeni caminin eteklerinde uçmayı büyük bir mirasın bekçiliğine ve ona yakın olmaya tercih eden güvercinler… Temaşaya davet ediyorum efendim inanmayanları. Kafamı sola çevirip, göklere en yakın kubbeye bakıyorum. Heybetli Süleymaniye. Yaralarını sarıyorlar Süleymaniye’nin bu günlerde. 2010 yılında İstanbul’un kültür başkenti olacak olması hasebiyle bu hummalı çalışma. Beni o yüceliğe yaklaştıracak bir Fatih otobüsüne biniyorum. Fatih su kemerine yakın bir yerde iniyorum. Her indiğimde aynı hayalle baş başa kalıyorum. Sukemeri’nin üzerinden İstanbul’u izlemek. Su gibi aziz olunur her halde bu seyir ertesindeJ Benim bu hayalimi gerçekleştiren Fatih’in yürekli çocuklarına teşekkür ediyorum. Onları orda görünce mutlu oluyorum. Soldan bir sokaktan sızıyorum Süleymaniye’nin damarlarına… Tatlı bir yokuş… Adım attıkça tarihin sırtıma yükledikleriyle nefesimi kesen bir yokuş. Sağımda Zembilli Ali Efendi… Yürüdükçe çoğalıyor insan bu sokaklarda. Bir bakmışsın sol yanında Molla Hüsrev. Bu kalabalık yürüyüşün ardından kendimi gizemli bir kapının eşiğimde buluyorum. Ağa kapısı… Buyuralım bakalım hep birlikte…


Ağa kapısına vardığınızda burada böyle bir mekan olduğuna inanamıyorsunuz. Hatta sizi getiren arkadaşınıza şaşkın bir ifadeyle bakışınız tabiatıyla normal karşılanabilir. Mekan bulunduğu yere münhasır diyebiliriz. Tasavvufun edeplerini sergiler gibi. Dışarıdan baktığınızda çokta bakımlı olmayan bir sokak. Mekanın dışı benzerlerine nazaran şatafatlı olmayan sade bir görünüme sahip. Kapıyı aralıyorsunuz( ağar bir kapıdır:))ve güzel nargile kokuları eşliğinde ilerledikçe ahşap bir dekorun ardından, karşınıza çıkan nostaljik bir İstanbul manzarası… Bir şiir tadında İstanbul ayaklarınızın altındadır gerçekten. Seyr-u süluk yolunda yürüyen zevat gibi; dıştan virane gibi gözüküp içinde sultanların, padişahların sahip olamadığı sarayların sahibi olan zatlar gibi… Dışına bakıp da tercih etmeyenleri yada fark edemeyenleri; içindeki cennet numunesi manzaradan mahrum bırakan bir mekan…




Buranın sıcak ve misafirperver sahibesiyle yaptığımız o güzel hasbıhal esnasında, bendeniz askında buranın bilinmesini çokta istemiyorum diye bir cümle kurunca bakın karşılaştığım tepki nasıl oldu:


Hanım efendi:” sizlerde böyle bir hastalık olduğunu düşünüyorum. Özellikle ilk kurulduğumuz yıl buraya gelen kitle hep aynı, sürekli geliyorlar ama yeni kimseye rastlamıyorduk. Daha sonra öğrendik ki gelen arkadaşların hepsi kendi arasında anlaşmış burayı kimseye haber vermemek için. Tabii ki sitem ettik. Çok şükür işte buradayız. Bu tutumu kırdıktan sonra ikinci katı açtık”
Ben savunmamı yaptım tabii. Güzelliklerin kıymetinin bilinmediğinin, yanlış nazarın bu güzellikleri kirleteceğini düşündüğümü söyledim. Bunun üzerine tatlı bir tebessümle karşılaştım. Korkmamam gerektiğini söyleyerek karşılık verdi. Gülümsemesinde buranın bulunduğu yer ve tasavvurunun kuvvetli bir kalkan olduğu saklıydı. Bu garip bir güven, içimi rahatlatan bir güven. Buraya yazdığımı duyunca,bu konuşmaları yazabileceğimi önerince, bende bundan zevk alacağımı belittim. Ve başladık bir kuruluş hikayesine…
Buranın ilk açılış nedenlerinden birinin; hazırlanması oldukça güç olan Osmanlı Şurubu gibi bir çok tarihi şifalı şurubun ve bitki çaylarının insanlarla buluşmasını sağlamak olduğunu söyledi. İnsanların içecek konusunda çok radikal değişiklikler yapamadığını bir türlü çaydan ve kahveden vazgeçemediklerini söyledi. Bu cümleden kendime pay çıkartmadım değil. Bu konuda ben de muhafazakarım galiba diyip kafamı öne eğerek muhabbete devam ettik. Şuruplar ve bazı şifali bitki çayları hakkında bilgi paylaşımında bulundu. İşte şurupların ve çayların içerikleri:

OSMANLI ŞURUBU: (soğuk içilir) Tarçın, karanfil,defne,kişniş,m. Eriği,kuşburnu,siyah üzüm, beyaz üzüm,kayısı. Osmanlı şurubu vücut direncini arttırır, enerji verir.

TIBBİ NEBEVİ:sinameki, misvak, çörek otu, kekik. Tıbbi nebevi öksürüğü rahatlatıcı,antiseptik özelliklere sahip. Ayrıca çörek otu ölümden başka bir çok hastalığa şifadır( hadis-i şerif)

ABI HAYAT: meyan kökü, incir, kayısı,hünnap. Abı hayat mide hastalıklarında rahatlatıcı ve temizleyicidir.

NEDİMİ: sudan çayı, karanfil. Nedimi gaz süktürür, rahatlatır. Anjin ve öksürüğe iyi gelir.

MEVLANA: biberiye, nane, tarçın. Mevlana gribe ve mide bulantılarına iyi gelir. Hazmı kolaylaştırır. Kalbi ferahlatır.

ŞİRİPTİNE: Yasemin, kakule. Şiriptine romatizmaya iyi gelir bağırsakları rahatlatır.



Bu bilgileri kısaca aldıktan sonra daha bir çok bitki çayının bulunduğunu ve hepsinin denenmeye değer olduğunu ekliyor kendileri. Bu çayların ve şurupların tamamen doğal olduğunun ve hiçbir katkı maddesi bulundurmadığının altını çizdi. Osmanlı Şurubunu en fazla 3 güne yakın bozulmadan muhafaza edebildiklerini bu işin bir hayli zor olduğunu ekledi. Özellikle dozajları ayarlamanın çok ince bir iş olduğunu da ekleyerek küçük faklılıkların önemli yanlışlıklara sebep olabileceğini söyledi. Bu ince hesapların ve işlerinde gösterdikleri hassasiyetin karşısında şaşkın ifademi gizleyemedim. Bu hizmetin muhatabı olarak şükranlarımı sundum.




Saat baya ilerlemişti. İstanbul geceleyin içinde barınan tüm bayanlardan daha güzel, siyahı en asil böyle taşınabilirdi . Ve ışıklar İstanbul’un eşsiz mücevherleri. Süleymaniye’den bir başka… Gündüzü gibi gecesi de bir başka… Hayran bakışlarımı gören sahibemiz bir ramazanda geceyi uzun uzun paylaşmayı ümit ettiğini söyledi, Şehr-i ramazanda buralar daha da başka olur dedi. Bendeniz de Şehr-i ramazanda burada olmanın bugün kurduğum en güzel hayallerden biri olduğunu söyledim. İnşallah nasip olur diyerek muhabbeti nihayetine erdirdik.






Bir yazı sözümü yerine getirmiş oldum. Keşke daha fazlasını yapabilseydim, elimden bu kadarı geldi. Bendeniz hem kusursuz hizmet hem de sıcak muhabbet için Ağa Kapısı’nın çalışanlarına teşekkür ediyorum. İyiki varsınız diyorum. Sizin Süleymaniye’yle kanınız aynı. Siz Süleymaniye’yi Süleymaniye sizi ayakta tutuyor. Duruşunuz baki olsun.








Süleymaniye’yi arkama almaya razı olamadım yan yana gidelim dedim. Eve dönüşümü laleliden yaptım bu yüzden. Yağmur usul usul yağıyordu her şey başladığı yere dönüyor ya benimkiside öyle işte. Kafamda üstadın mısraları yürüyor ben adım attıkça ve ıslanmayı göze alabildikçe…




Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince


Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.




Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,




Aynalar yüzümü tanımaz olur.




NFK

EsseLam...


Ferah-aver

5 yorum:

  1. ağa kapısı!
    yakınken uzak uzakken yakın...
    kuytu sığ bir yola sapıp artık ümidini kestiğinde gel ey ümitsiz utan ümidi kesen kendinden diyip açılır o kapı ve serer ayağının altına binbir güzelliği.arkana bakıp az evvelki ümitsizliğinden utanırsın.
    ağa kapısı sadece bir mekan değil bir haliyeti ruhuyenin izahıdır da;efkarlı bir yolculuktur..yolun bir yerinde ümide erdiğinde yanındaki ümitsiz erkarlı yoldaşlarınıda buyur edersin...gel efkardan dem vurup ümide erelim deyişinde bir davettir!gönüldendir!özeldir!

    YanıtlaSil
  2. az önce bindik Fatih otobüsüne. su kemerine yakın bir yerde indik, yürüdük... tatlı yokuşu tırmandık.işte Ağakapısı, bana verdiğin kartı hala cüzdanımda=)sen bir yandan anlattın bana, Osmanlı suruplarımızı içerken coktan kaybolmustuk Mesnevi'nin sayfalarında...
    ( inşallah... )

    YanıtlaSil
  3. emine yüreğine sağlık. ne attırırdık senle karşılıklı cümleleri. zarların 7. yüzü olurdu... an içinde olan neydi bilmezdik ama olan ilk defa olurdu... yazdığını okuyunca yazdığımdan sonra; dem dürüldü geçmişle gelecek arasında köz oldu bir nargilenin bağrında...rüya gibi bir istanbul manzarısında derin bir nefes sonrası güçlü bir duman oldu sessizlikler...efkardan dem vurduk ümide... gönülden oldu... özel oldu...

    YanıtlaSil
  4. mesnevinin sayfalarında bir yol bulduk, ilk olarak bulduğumuzu sustuk. bir sen, bir ben birde istanbul sustuk. sustuğumuz kadar bildik... bildiğimiz kadar bulduk... bulduğumuz kadar olduk... inşallah büşracım:) sonra fatihin su kemerlerine çıktık istanbula sarıldık. kocaman sarıldık senle...

    YanıtlaSil
  5. merhabalar:)
    sayfanızda uzun uzun gezindim...
    çok güzel paylaşımlarınız war...
    seve seve izlemeye aldım hemen sayfanızı...
    bende sizi bekliyrum sayfama...
    gönül dolusu sevcgilerimle...
    :)

    YanıtlaSil