23 Ekim 2011 Pazar

Diyorum ki;

uzun zaman sonra bir Beykoz sabahında...yazılması gereken her şey lakelam libasını giymeye bu kadar gıpta ederken...içime sinen bir rejim değil kalem ve kağıdın üzerine tahakküm kurmak...
rızasıyla gelenlere gittim, buluştuk incirin üzerine edilen yeminin gölgesinde...


...
diyorum ki;
incir yaprakları hala dökülmedi...
sonbaharın merhameti bahardaki kıyımın şerhi...

diyorum ki;
son sustuğunu bir daha susmalı insan...
ki katmerli olsun zaman...

diyorum ki;
tutunduğumuz dalın kökü,
ektiğimiz ağacın dalıyla tanış olsun...

diyorum ki;
incir kuşları konsun dallara, kanatlarından konduğu ağacın kökleri okunsun...

diyorum ki;
...


EsseLam...




4 Ekim 2011 Salı

Kelam Yar'ası

yapraklarla beraber döküldü sonbaharda yarasının kabuğu...kalan sarı yaprakları iyileşen yarasına kabuk diye iliştirse de, kuruyan ne ağaçta kaldı ne de iyileşen yarada...zira her döküntü ardından gelecek baharın azığıydı...

yorgun bir ağacın dallarının çıplaklığına gözünü yummuş bahar hikayeleri anlatıyorsun diyor bir ses bana...

o sese kendi sesiyle karşılık veriyorum...

bahar aylarında tomurcuklarla yazdığı hayranı olduğum güz şiirleriyle...

sonsuza akan yeni bir akım... kaçıncı yeniyiz acaba ya da kaçıncı eskimeyen eski...

tatlı tatlı kaşınıyor sessizlik... iyileşiyor kelam...

buna inan...

EsseLam...
birinci çoğul şahısa bir gök sofrasından bakıp susmak yerine, onu iki parçaya ayırıp kelimelere bütün ağırlığı vererek asılmak niye...


1 Ekim 2011 Cumartesi

emanet


gözyaşı yatağında akan zamanın adı; hüzün...
kum saatinin kurduğu hayal, gerçeği hüznün...
kumun paradoksundan sıyrılır da, yüreğe varabilirse zaman gözyaşı yatağından...
işte o vakit,
kum saatine sıkışmış vakti sınırlı gel-git değil,
göğse inen damlada seyreylediğin,
ömrün
ömrüm
emanet
...