29 Mayıs 2009 Cuma



Aylardan mayıs canım kestane istedi... Bu durumda mümkün kelimesi ortada salınmaktan utansa da, ben kestane isterken ona sarılmaktan hiç utanmadım...
Mümkünün kollarında kestane tadı var kendisi olmasa da, sıcaklığı var...
Ne zaman üşüyorum desem...
Mümkünüm var...

Ne zaman renkler ulaşılmaz olsa baharda kestane gibi, gökkuşağıyla tüm renkleri bahşedecek bir su damlası ayyuka çıkar ya, işte bu gözün renkleri görebilme sebebi, ağlamayı becerebilişi...İçten gelen bir damlanın bağrını kalpten gelen bir ışık deldiğinde olur her şey...Görünür... Belirir... Rengarenktir...

Ben tüm bunları hissederken bugün, yani özledikten sonra kestaneyi, mümkünle sarılıp, uzun bir yolda yürüdükten sonra, anladım ki yirmi iki yaşımda yirmi iki yaşında anne olan annemin yerinde olmayı istiyorum galiba....Anne olabilmeyi...

Yirmi iki yaşında anne olan arkadaşım bu gece en güzel rüyasını görmüş...
Allah bu rüyadan uzun yıllar uyandırmasın...
Mayıs ayında kestane yemek gibi, rengarenk gökkuşağını içinden doğurmak gibi, gibi kelimesinden önce gelebilecek ve mümkünle sarılmış her şey gibi...
Kollarında uyumadan da görebileceğin bir RÜYA...
RÜYA bebek, ömrün uzun, bahtın güzel olsun...
Allah'ın rahmeti ve bereketi hep üzerine olsun...
Bugün mis kokulu, gökkuşağı renginde bir haber oldun bana...
Hoş geldin...İyi ki geldin...



EsseLam


Ferah-aver

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Başlarken...



Bir kadın gördüm...
Ne o beni gördü, ne de kimse O'nu...
Görüşüm biricikti, sadece benimdi...
Tek bildiğim o kadının yıllar önce aynı yerde bir kadın gördüğü...
O kadın O'nu görmedi ve de hiç kimse görmedi...
Görüşü biricikti, sadece O'nundu...
İkimiz biriciktik bir yokuşta...
Ait olmadığımız ahşap bir evin kapısında...
Birdik...
Çalamadık kapıyı...
Evin perdelerine takıldı gözümüz...
Nedeni vardı bu sessiz iç geçirişin...
O benden önce ayrıldı kapının önünden...
Zaman O'nu benden önce geçti...
O'nu geçen zaman benim için gelecekti...
O gitti...
Ben gittim...
Farklıydi vakti gidişlerimizin...
Ama aynıydı gidişlerimiz...




Giderken götürdükleri ne kadar ağarmış. Zaman ondan geçerken aldıklarını şimdi bana gösteriyor...
seni nasıl anlatsam sayfalar yetmiyor...
Senle karşılaştığımız yer nasıl bir yokuş böyle...
Çıkmakla bitmiyor...
Kalemi tüketiyor...
İyi ki geldin...
İyi ki gördük, iyiki gittik senle...
Bir de birbirimizi görsek senle...
O gün tamam bu hikaye...
Eksik şimdi cümleler...
Eksiğinden doğacak bu hikaye...
Başlangıcın eksiği bunlar tüm bunlar...
...
( çok sildim bu cümleyi... Bu da eksik kalmalı galiba... yerine sade bir üç nokta)
EsseLam...
Ferah-aver



13 Mayıs 2009 Çarşamba

...



Yazamamanın garip bir elbisesi var. Hele hele yazdıklarını görüp hiç tanımadığın bir yabancının kalbinden dökülenleri okuyormuş gibi olmanınki hepsinden ayrı. Tek bildiğim bir hayli sıktığı bedenimden öte ruhumu. Kanatları takılıyor bir yerlere kelimelerin. Rüyamda canım acımazdı, yazılanlar uçabilseydi. Kağıtta kaldı cümleler, çeviremedim semaya yüzlerini... bende gemi yaptım kağıtlardan, bıraktım suya tüm yazdıklarımı... kelimlerin ıslak olması da en az uçması kadar heyecanlandırırdı hep beni... zahiren ıslaklar artık, batınını yorumlayacak kadar cesaretli değilim...


Yürümeye devam ediyorum... yüreği olan yolları adımlıyorum... yoldan heybeme kelam için azık topluyorum... yoldan kendimi topluyorum...biriktirmiyorum bu sefer bir şeyi... birikiyorum...





Zaman geçti... oyuklar derinleşti... taşkınlarım var sanırdım... anladım ki kabım darmış...şimdi oyuklarım var, taşkınlara gebe... zaman gerekli taşmak için, dolmak gerekli, hikmet gerekli...


beklemeli...


birikmeli...


kelamla doğmalı... kelamla doğmalı ki, her taşkın kelamı kirletene afet, kelama yol arayana nimet olsun...





"Hikmetleri, dosdoğru yolun ahadiyeti ile ilk makamdan kelimelerin kalpleri üzerine indiren Allaha hamdolsun. "*





Kelimlerin kalbindeki hikemeti hazinesine katanlara selam olsun... selametle...





EsseLam





Ferah-aver

...



*Füsus